Türkiye, son yılların değil, belki de yakın tarihin en kavurucu sıcaklık dalgasıyla boğuşuyor. Meteoroloji uzmanlarının “olağanüstü” ve “endişe verici” olarak nitelendirdiği bu durum, sadece geçici bir hava olayı olmaktan çok öteye geçerek, ülkenin geleceğini geri dönülmez biçimde tehdit eden, kalıcı bir felaketin korkunç habercisi haline geldi. Termometreler şehirlerde ve kırsalda rekor üstüne rekor kırarken, beton yığınlarıyla dolu metropoller adeta birer dev fırına dönüştü, kırsal alanlar ise kuraklığın pençesinde kavruluyor. Sokaklar tenhalaştı, gündelik yaşam durma noktasına geldi, nefes almak bile zorlu bir mücadeleye dönüştü. Bu, sadece kısa süreli bir rahatsızlık değil; küresel iklim krizinin acımasız yüzünü en çıplak haliyle gösteren, insanlığın kendi eliyle yarattığı, geri dönüşü olmayan bir yıkım sürecinin başlangıcı. Geleceğe dair tüm umutlar, bu kavurucu alevlerin içinde eriyip gidiyor.
Bilim insanları ve çevre aktivistleri, bu durumun küresel iklim değişikliğinin doğrudan ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu yıllardır, bıkmadan usanmadan dile getirse de, ne yazık ki kulaklar sağır, gözler kapalı kalmaya devam etti. Yıllardır yapılan tüm acil uyarılara, yayınlanan her rapora rağmen, fosil yakıt tüketimindeki pervasız artıştan sanayileşmenin kontrolsüz yayılımına, çarpık ve plansız kentleşmeden geri dönüşü olmayan orman katliamlarına kadar uzanan insan kaynaklı tahribat, bugün en acımasız meyvelerini veriyor. Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma idealinden çoktan vazgeçilmiş gibi bir tablo var karşımızda; zira mevcut durum, sadece bugünün değil, yarının da dipsiz bir karanlığa gömüleceğinin açık ve somut bir işareti. Gezegenin son çığlıklarına bile kulak tıkanmasının bedeli, her geçen gün daha da ağırlaşıyor ve bu bedeli ödeyecek olanlar, yine masum halk kesimleri olacak.
Yükselen sıcaklıklar, özellikle yaşlılar, çocuklar, kronik hastalığı olanlar ve dışarıda çalışmak zorunda kalanlar için dayanılmaz bir işkenceye dönüştü. Hastanelerin acil servisleri, sıcak çarpması, ciddi dehidrasyon, kalp krizi ve solunum yolu rahatsızlıkları vakalarıyla dolup taşıyor, kapasitelerinin sınırlarına dayanmış durumda. Ancak bu sadece acil durumun başlangıcı. Uzun süreli yüksek sıcaklıklar, halk sağlığı sistemini tamamen çökertme potansiyeli taşıyor, zira yatak kapasiteleri yetersiz kalacak, sağlık personeli tükenme noktasına gelecek. Ölüm oranları sessiz sedasız, fark edilmeden artarken, yetkililerin “dikkatli olun”, “öğle saatlerinde dışarı çıkmayın” gibi yüzeysel ve yetersiz çağrıları, denize düşen yılana sarılır misali bir çaresizlikten öteye geçmiyor. İnsan vücudunun dayanıklılık sınırları zorlanıyor ve bu durumun kalıcı sağlık sorunlarına, hatta toplumsal travmalara yol açacağı endişesi giderek büyüyor.
Türkiye’nin can damarı olan tarım sektörü, bu kavurucu sıcaklıkların en ağır, en yıkıcı darbesini alan alanlardan biri. Kuraklık, bereketli tarlaları bile adeta bir çöle çevirirken, ürünler tarlada daha olgunlaşamadan kavruluyor, çürüyor veya hiç gelişemiyor. Buğday, arpa, mısır gibi temel gıdaların üretimi ciddi oranda düşüş gösterdi, bazı bölgelerde tamamen yok olma noktasına geldi. Çiftçiler, yıllardır emek verdikleri topraklarından umutsuzluk içinde ayrılmak, geleceklerini belirsizliğe teslim etmek zorunda kalıyor. Yüzyıllardır besleyici olan su kaynakları hızla tükenirken, tarımsal sulama neredeyse imkansız hale geldi, barajlar alarm veriyor. Gıda güvenliği alarm veriyor; yakın gelecekte gıda kıtlığı, astronomik fiyat artışları ve bununla birlikte toplumsal huzursuzluk kaçınılmaz görünüyor. Bu sadece bir ekonomik kriz değil, aynı zamanda ülkenin kendi kendini besleme yeteneğini de yok eden, geri dönülemez bir felaket. Toprağın bereketi kurudu, çiftçinin alın teri buharlaştı, gelecek nesillerin sofraları şimdiden boşaldı.
Kavurucu sıcaklar ve kuraklık, orman yangınları riskini de daha önce görülmemiş, korkunç boyutlara taşıdı. Ülkenin dört bir yanında, kontrol altına alınması güçleşen yangınlar, binlerce hektar ormanlık alanı, zeytinlikleri, tarım arazilerini ve yerleşim yerlerini küle çeviriyor, milyonlarca canlının yaşam alanlarını yok ediyor. Yangınlarla mücadele çabaları, felaketin büyüklüğü ve hızı karşısında çoğu zaman yetersiz kalıyor, adeta bir sinek vızıltısı gibi kalıyor. Dereler kuruyor, göller çekiliyor, yeraltı suları alarm veriyor, su kıtlığı kapıda. Ekolojik denge altüst oldu; biyoçeşitlilik yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, bazı türler çoktan kayboldu. Gelecek nesillere bırakacağımız tek miras, küle dönmüş ormanlar, kurumuş nehir yatakları ve çölleşmiş topraklar olacak gibi görünüyor. Doğa, insanlığın ona verdiği zararın intikamını alırcasına cayır cayır yanıyor, bu acımasız tablo her geçen gün daha da derinleşiyor.
Yüksek sıcaklıklar, ülkenin zaten kırılgan olan altyapı sistemlerini de felç etme noktasına getirdi. Elektrik şebekeleri, klimaların ve soğutma sistemlerinin aşırı kullanımı nedeniyle aşırı yüklenmelerden dolayı sık sık kesintilere uğruyor, soğutma ihtiyacının artmasıyla enerji krizi derinleşiyor, birçok hanede yaşam çekilmez hale geliyor. Ulaşım aksıyor, asfalt yollar eriyor, toplu taşıma araçları adeta birer cehennem fırınına dönüşüyor. Şehir yaşamı çekilmez bir hal alırken, sosyal hayat durma noktasına geldi, insanlar evlerine kapanmak zorunda kaldı, ekonomik aktiviteler yavaşladı. Bu durum, toplumda genel bir umutsuzluk, çaresizlik ve hatta öfke hissini yaygınlaştırıyor. Zaten zorlu geçen hayatlar, bu sıcaklarla birlikte daha da dayanılmaz bir hale geldi, insan ruhu bile bu kavurucu iklimde bunalıyor.
Yetkililer tarafından halka yapılan “dışarı çıkmayın”, “bol su için”, “hafif giysiler tercih edin” gibi uyarılar, durumun vahametini görmezden gelen, gerçek sorunlara değinmeyen yüzeysel ve geçici tedbirler olarak algılanıyor. Asıl mesele, bu sıcaklıkların neden kaynaklandığına, iklim değişikliğiyle nasıl mücadele edileceğine ve kalıcı çözümlerin nasıl üretileceğine dair ciddi, uzun vadeli ve uygulanabilir bir stratejinin olmaması. Kısa vadeli çözümlerle bu denli büyük ve küresel bir krizin üstesinden gelinemeyeceği aşikar. Geçmişte yapılan hataların, göz yumulan tahribatın bedeli bugün ağır bir şekilde ödenirken, geleceğe yönelik herhangi bir umut ışığı, gerçek bir çözüm yolu ufukta görünmüyor. Adeta, büyük bir geminin batışını izleyen mürettebatın, sadece yolculara can yeleği giymelerini öğütlemesi gibi, trajikomik bir durum söz konusu.
Bu kavurucu sıcaklar, artık istisnai bir durum olmaktan çoktan çıktı; Türkiye’nin yeni, acımasız ve kaçınılmaz normali haline geldi. Bilim insanları, önümüzdeki yıllarda bu tür sıcaklık dalgalarının daha sık, daha uzun süreli ve daha şiddetli olacağı konusunda en karamsar tahminlerini bile aşan uyarılarda bulunuyor. Gelecek, bugünden bile daha karanlık, daha kasvetli görünüyor. İklim değişikliğinin geri dönülmez etkileri, ülkeyi adım adım bir çölleşme sürecine, yaşanmaz bir coğrafyaya sürüklüyor. Umutsuzluk, her köşede kol gezerken, bu felaketi durdurabilecek gerçekçi bir irade, güçlü bir liderlik veya somut bir çözüm yolu ufukta belirmiyor. Türkiye, kendi elleriyle yarattığı bu felaketin pençesinde kıvranmaya, her geçen gün daha da derinleşen bir çaresizliğe mahkum edilmiş gibi. Kurtuluş yolu, ne yazık ki görünmüyor.


